Süre ve zaman kelimelerini doğru kullanıyor muyuz?
Bu iki kelimeyi birbirinin yerine sıkça kullanmaktayız.
Bu kelimelerin Arapça karşılıklarına baktığımızda “zaman” için “vakit“, “süre” için “müddet” kelimelerini görüyoruz. https://tr.wikipedia.org
Tıpkı Fransızcadaki “le temps” ve “la durée” kelimeleri gibi birbirine karışmaktan hayli uzak kelimelerdir bunlar.
Aslında karışmamaları da gerekir.
Zira bu iki kelimenin anlattığı şeyler birbirinden farklıdır.
Zaman, iki olay arasında geçen ve cihazlarla ölçülebilen bir büyüklüktür.
Süre ise cihazla ölçülmesi imkansız olan sadece bizim iç saatimizle ölçümlenebilen bir büyüklüktür.
Benzer konudaki daha önceki yazılarımızdan Zaman yazımızı da okumanızı öneririm.
Süre ve Zaman Örnekleri
Hepimizin en çok yaşadığı ve farkı en net anlatacak olan örnek;
Derste geçen kırk beş dakika ile, çok sevdiğimiz bir filmi seyrederken geçen kırk beş dakika olacaktır.
Bildiğiniz gibi ders süresi olan kırk beş dakika bir türlü bitmek bilmeyen bir süredir.
Oysa film izlerken geçen kırk beş dakikanın geçmiş olduğunu bile çoğu zaman anlayamazsınız ve saatinize tekrar bakarsınız.
Zaman olarak birbirine tamamen eşit olan bu kırk beş dakika,
yaşamış olduğunuz süre olarak birbirinden çok farklıdır.
İlgimizi çeken bizi gerçek anlamda oyalayan bir şeyle ilgilendiğimiz zamanlarda
dakikaların hatta saatlerin geçiş hızı şaşırtıcıdır.
Oyalanacağımız, bizi ilgilendiren bir şeyle meşgul değilsek,
sadece zamanın geçmesine odaklanmışsak bu geçiş bir işkenceye dönmektedir.
Bizi beklemekte olduğumuz dönem içinde en çok yıpratan da bu geçmek bilmeyen zamandır zaten. Oysa zaman normal akışında geçmektedir.
Bu geçme hızının bize yeterli gelmemesinin üç ana sebebi vardır.
Birincisi çoğumuz bu güne kadar saatimize bakarak sık sık kullandığımız “bir dakika” sonra ordayım, “beş dakikaya kadar bitiyor” sözcüklerinin içinde geçen
“bir dakika” ve “beş dakikayı” ölçümlememişizdir.
Bugün bu deneyi yaparsanız beş dakikanın bazen ne kadar kısa, bir dakikanın da bazen
ne kadar uzun olduğunu göreceksinizdir.
Daha da önemlisi, bu ölçümü yaparak iç saatinizi gerçek zaman ölçer saate, daha yakın bir ayara getirerek ve bir anlamda da senkronize edebileceksiniz.
İkincisi beklemekte olduğumuz her ne olursa olsun bunun çabuk oluşmasını istediğimizden iç zamanımızı daha erkene kurgularız.
Ne Yapmalıyız?
Bunu mutlaka düzeltmemiz ve içimizi geçecek gerçek zamana kurgulamamız gerekmektedir. Doğumhane kapısında beklerken size verilmiş olan zaman dilimi bir saat ise;
Biraz önce iç zamanınızı senkronize etmek için ölçümlemiş olduğunuz o uzun “bir” dakikalardan altmış taneyi yaşamanız gerektiğini peşinen kabul etmek ve içinize sindirmek zorunda olduğunuzu unutmamalısınız.
Üçüncüsü ise;
Bu bekleme dönemi içinde kendimizi oyalayarak, dikkatimizi verebilecek bir konu veya uğraş bulamamış olmamızdır.
Bu nokta belki de en önemlisidir.
Örnek olarak tren garında saatler sonra gelecek bir treni beklemek zorundaysanız
bunu peron üzerinde yola bakarak yapmak yerine bir televizyona baktığınızda zamanın nasıl geçtiğini anlamayacaksınızdır.
Bu örnekte olduğu kadar somut bir eğlence aracı bulamayacağımız yerlerde de
çocuksu oyunlar icat ederek kendimizi oyalayabiliriz.
Yoldan geçen araçları saymak, kaç yeşil kaç kırmızı aracın geçeceğini tahmin etmek,
hava limanında bekleme salonunda kaç siyahi, kaç uzak doğulu olabileceğini tahmin etmek gibi
ilk bakışta fazlasıyla çocukça görünen oyunların sizi ne kadar oyalayabildiğini gördüğünüzde şaşıracaksınızdır.
Bütün bunların dışında bekleme döneminiz içinde pozitif hayaller kurmak da
iç sürenizi kısaltmanıza çok yardımcı olacaktır.
Bu hayaller işimizle veya gündelik yaşantımızla ilgili olabilir.
Her ikisinde de, üzerinde emek verdiğimiz projelerin iyi neticelere ulaştığını,
bulunmak istediğimiz hedeflere yaklaşmakta olduğumuzu,
bu hedeflere ulaştıktan sonraki hedefimizin ne olacağını hayalimizde planlamaya başlayabilirsek
o çok uzun gözüken bekleme sürecinin yetersiz bile kalacağını hayretle göreceğizdir.
Hepinize tüm beklentilerinizin iç sürenize uygun zaman diliminde gerçekleşmesini dilerim.