Eski yazlık bahçe sinemaları vardı bir zamanlar, bildin mi?
O halde bizdensin güzel okur, çünkü güzelce yaş almışsın belli ki…
Merhabalar güzel gönüldaş… Kırkından Sonra‘ya hoş geldin.
Biraz sohbet edelim mi?
Gerçi sadece ben anlatacağım, sen dinleyeceksin (okuyacaksın) ama olsun.
Ancak sen de bir şey demek istersen çekinme, yaz yorumunu. Ben de seni dinlerim…
Burada birlikte harika vakit geçireceğiz.
Kâh gülümseyeceğiz, kâh dertleneceğiz ama illâki kendimizden bir parça bulup, yalnız olmadığımızı göreceğiz.
Haydi başlayalım…
Ama sen bilmezsin eski yazlık bahçe sinemalarını, genç insan…
Yoktun ki daha dünyada.
Çok keyifli şeyleri kaçırdın ama olsun.
Şimdi senin de keyif aldığın başka şeylerin var nasılsa?!.
Anlamayabilirsin bizim ‘eskiden ne güzeldi… dediğimiz şeyleri ama olsun bazen biz de seni anlamıyoruz! ツ
Ancak ‘Eskisi gibi’ olması gerekmiyor hiçbir şeyin zaten.
Ya da şimdiki gibi olması dert değil.
Hatta daha güzel ve modern bazı şeyler, değil mi?
Ama olsun.
Ayrıca, birbirimizi anlamamız gerekmiyor illaki.
Sen de bir gün sağlıkla ulaştığın Kirkindan Sonra bunları anlayacak, algılayacak ve hatta senden sonrakilere anlatacaksın.
Çünkü bu döngü böyle işliyor.
Anlamaya Çalışma, Anlaş Yeter
Anlamak değil zaten mevzu, anlayış!
Her şeyden önce birbirimize anlayış gösterdiğimiz sürece biz ‘eskici’ olarak geçmişle, sen de teknolojik olarak gelecekle yaşayabiliriz.
Ancak ‘Geçmişle yaşamak’ derken, ‘anılarla’ demek istiyoruz tabii.
Zeki Müren alkışlarla yaşıyordu mesela.
Bu konuda Zeki Müren Anısına yazımızı da okumanızı öneririm.
Ki, konumuzla alakasını ben de şu an kavrayamadım ama olsun, yakalarız bir yerinden.
Gelecekten de umutluyuz ha! Tabii canım.
Ama kınamıyoruz, yadırgamıyoruz, reddetmiyoruz.
Ayrıca, çağa ayak uydurmak lazım.
Lakin gel gör ki; pek güzeldi be o günler.
Doğaldı, çıkarsızdı, sevimliydi, keyifliydi.
Dert, tasa, borç, harç, çatışma, atışma yine vardı ama sanki daha bir kıvamındaydı, ne bileyim?
Küçükken, Bildiğin ‘Çocuk’ tuk Biz…
Sokakta oynardık da hava kararmadan eve girmezdik.
Vallahi bak.
Hatta gece yarılarına kadar kaldığımız olurdu sokakta korkusuzca.
Fakat saklambaç oynarken bile tırsmazdık bilmediğimiz köşelere saklanırken.
Lakin daralma hemen bunları anlatıyorum diye genç insan. Olanı anlatıyorum. Yoksa o günler güzeldi hoş, bu günler kötü ve boş demek için değil.
Anlatacak o kadar çok şey var ki buna dair.
Duyuyorsundur zati etrafındaki büyüklerinden bolca hikaye ama benim aklıma; ‘Yazlık Bahçe Sineması’ geldi de onu anlatacaktım esas…
Hayatının ikinci yarısına girmiş ve burada birkaç da sene geçirmiş biri olarak, eski zamanları ve göçüp gitmiş aile büyüklerini hatırlarken bir hoş oluyorum.
Buruk, hüzünlü ancak sevimli bir hoşluk.
Mesela dedem ile giderdik Allah Rahmet Eylesin, o eski yazlık bahçe sinemalarından birine.
Her şeyden önce çok tonton bir adamdı.
Umarım ben de terk-i diyar ettiğimde güzel kalabilirim, sevdiceklerimin gönlünde ve dilinde.
Yaş aldıkça daha çekilmez olan, türlü türlü yeni huylar edinen, gençken kendi her tür hatayı yaptığı halde aniden bir melek oluveren, sürekli yeniliği ve yeni nesli eleştiren huysuz, tatsız, tuzsuz bir ihtiyara dönüşmemeyi diliyorum.
Ben tonton, anlayışlı, sevimli, sağlıklı, kendi halinde bir ihtiyar olacağım.
Evet. Sen de öyle ol güzel gönüldaşım.
Nereden nereye? Neyse konumuza dönelim cancağızım.
Eski Yazlık Bahçe Sinemalarında: Aksiyon Filmleri, Tahta Sandalyeler, Dev Ekran, Uyduruk Bir Büfe
Genelde yabancı aksiyon filmleri olduğunda giderdik biz dedemle.
Zaten çoğunlukla öyle filmler gelirdi.
Türk filmleri de gelirdi tabii en romantiğinden veya en mesajlısından.
Bi’ Charles Bronson vardır bilir misin; ‘Çirkin Kral‘.
Hah, onun filmleri gelirdi çoğunlukla.
Hani şu Western filmlerden.
Kovboylu movboylu.
Anacım bunun karısı, kızı kaçırılırdı hep.
Ya da öldürülürdü yazık.
Bu da intikam peşinde yorulmadan maceradan maceraya koşar, asar keserdi adamları itinayla.
Biz de sevinirdik dedemle.
O intikamı biz almışçasına dönerdik eve gece yarısı huzurla.
Bildiğin açık hava ha. Sağı, solu, üstü açık bir mekan.
Hatta yakındaki apartmanlarda oturanlar pencereden, balkondan bedava izleme şansı bulurdu her gün filmleri.
Anlayacağın üzere sağı solu alçacık bir duvarla çevrili.
Ben de özenirdim; “Keşke evimiz şurda olsaydı da, her seferinde dedemi sinemaya gitmek için yormasaydım.” diyerek.
E, bir de giriş parası vermek zorunda kalmayacaktık tabii.
Kapıdan girince tam karşına denk geliyordu dev ekran.
‘Ekran’ dediysem; ‘perde’ işte, anla.
Tahta sandalyeleri olurdu sinemanın.
Kapıya kadar sıralanmış tahta iskemleleri düşün yan yana.
Oradakiler maviye boyanmıştı.
Pek de rahatsızdı aslında uzun süre oturmak için ama kim takar bunu?
O zaman minnak olduğum için kıvrılıveriyordum sandalyenin tepesine. Tünüyordum yani anlayacağın. ツ
Giriş kapısının hemen solunda büfesi vardı, gazoz, vs. aldığın.
Pek de hijyen olmayan, suratsız bir görevlinin bulunduğu, uyduruk bir büfe.
Evet ‘büfe’. Tabii büfedir o, kafe olsa duramazsın! ツ
Çiğdem/çekirdek faslını unutmak olmaz.
‘Çıtçıt’ sesleri olmadan film izlenir mi yahu?
Kabuklarını yere atacaksın tabii akıllım!
Zevki orada. (Yerlere çöp atmayınız!)
Eski Yazlık Bahçe Sinemalarında Film Sonrası
Süpürmeye başlıyordu film bitip de biz sinemayı terk etmeye başlarken, hani o büfedeki suratsız adam.
‘Yatıya kalmayacaksınız herhalde, biz de bir an evvel işimizi bitirip evimize gitmek istiyoruz müsaadenizle.
Hadi yallah!’ demek ister gibiydiler. E, haklılar da…
O çiğdem çitlenecek, o gazoz içilecek, o kuru tost yenecek illaki anacım.
Açık hava sinemasının ‘olmazsa olmazıdırlar kendileri. Tabii. https://www.timekocaeli.com
Hatta ben, yemek yiyip de gittiğimiz halde nedense oranın uyduruk tostunu pek bir severdim.
Minicik kare ekmeğin içinde ‘ara ki bulasın’ kıvamında peynirli yanık tost!
Ne anlıyorduysam artık ondan?!.
Bazen de minik şişesinde çalkalayıp ķöpürttüğün ayran.
Ama ne lezzetliydi bir bilsen?!.
Ama bilemezsiniz, anlayamazsınız!
Beni en çok çeken şey, köpürtmesi… … …
Yok, o başka bi’ şeydi, dağılmayalım canım okur. ツ
Dedem çok şeker bir adamdı mekanı cennet olsun.
Beni kırmaz, her seferinde gülümseyerek elimden tutup, on dakikalık mesafedeki o şirin sinemaya götürürdü canım benim.
Bazen mahalleden arkadaşlarla da giderdik ha.
Tabii canım, kendi başımıza. Saat 21.00’de başlardı film ve gece yarısına yakın olurdu çıkış saati.
Güle oynaya dönerdik eve sallana sallana.
Balkonda karşılardı dedem de beni.
Ben gelince, film hakkında kısa bir sohbet eder ve uyurduk.
Ya da bir iki el tavla oynardık uykudan önce.
( ‘Uykudan Önce’ vardı bir de tonton Adile Naşit teyzeden masal dinlediğimiz ama konumuz dışı tabii. Öyle, aklıma geliverdi…)
Yenilirdi mahsusçuktan dedem bana.
Ben de pek bi’ başarılı oynadığımı sanırdım herhalde ki, ailedeki herkesi düelloya davet ederdim.
Neyse şekerim demem o ki; bilmezsin sen genç insan o günleri, yoktun ki daha dünyada?!
Öylesine güzeldiler ki…
Anlamayabilirsin bizi ve yaşattığımız hatıralarımızı ama olsun, biz de seni anlayamıyoruz zaten çoğunlukla…
Ödeştik ツ
Daha ne güzel günler göreceğiz beraberce inşallah, değil mi?
Ve
Bir gün gelecek, Zeki Müren’ de bizi görecek zaten. Hepimizi…
Ölümsüz ruhlarımızın huzurla dolması temennisiyle…
Doğala özdeş aromalı, katkısız, saf, temiz, berrak zihinli, huzurlu ve sağlıklı günler dilerim güzel gönüldaş. Film önerileri