Dünya AIDS Günü her yıl 1 Aralık tarihi olarak kabul edilmiştir.
Bu gün HIV’ in yayılması ve AIDS hastalığının artışına karşın bilincin, farkındalığın arttırılması amacına adanmıştır.
Dünya AIDS günü ve bu günün varoluşunun diğer bir amacı ise bu hastalıktan yaşamını yitirenleri anmak ve onları onurlandırmaktır.
HIV ter, tükürük, idrar, gözyaşı gibi vücut sıvılarıyla, hapşırık ya da öksürük sırasında vücuttan çıkan partiküllerle,
Aynı tabak, çatal, bıçak, havlu kullanımıyla, aynı tuvalet ve duşun kullanımıyla,
Sivrisinek ve böcek ısırıklarıyla, tokalaşmak, sarılmak, aynı ortamda bulunmak gibi sosyal davranışlarla bulaşmamaktadır.
Ancak HIV dış ortamda hava ve güneşle temas ettiğinde çok kısa sürede bulaştırıcılığını yitirmektedir.
Ayrıca HIV içeren kan ya da vücut sıvısının sağlam deriye temas etmesi bulaşmaya neden olmamaktadır.
Öpüşmek HIV geçişi açısından risk barındırmamaktadır.
Her şeyden önce tükürük içerisinde HIV bulunmasına rağmen tek başına HIV geçişini sağlayacak özelliğe sahip değildir.
HIV İnsan Bağışıklık Yetmezliği Virüsü olarak adlandırılan ve HIV enfeksiyonuna yol açan bir virüstür.
Virüs, vücuda girdiği andan itibaren bağışıklık sistemi hücresi olan CD4’e tutunmaktadır. Genetik materyallerini hücre içerisine bırakmaktadır.
Ancak CD4 hücresinin DNA’sını kullanarak kendini kopyalar ve hücreyi parçalayarak daha fazla sayıda kana geri karışmaktadır.
Sonuçta zaman içerisinde bağışıklık sistemini oluşturan hücrelerin azalmasına ve
bakteriyel ya da viral diğer hastalıklara karşı savunma mekanizmasının yok olmasına neden olmaktadır.
Ancak AIDS Edinilmiş Bağışıklık Yetersizliği Sendromu olarak adlandırılır ve HIV enfeksiyonunun ileri evresidir.
HIV, bağışıklık sisteminin organizatörü olan CD4 hücrelerini enfekte ederek zamanla sayılarını azaltmaktadır.
Fakat virüs bulaştıktan sonra tedavi edilmemesi halinde 10- 12 yıl içerisinde bağışıklık sistemi savunma işlevini yerine getirememeye başlar.
Savunmanın yetersiz olduğu dönemlerde vücudumuz tüm enfeksiyonlara karşı açık hale gelir. Sonuçta birden fazla enfeksiyon zaman zaman tek başına zaman zaman birlikte görülmeye başlar.
Konu hakkında daha detaylı bilgi için de https://pozitifyasam.org web sitesini ziyaret edebilirsiniz.
Dünya AIDS Günü ve Türkiye
AIDS ın anası olan HIV’ in 1960 yılında ortaya çıkmasına rağmen bu dönem “sessiz dönem” olarak adlandırılmaktadır.
Ancak 1970’li yıllarda yayılımı tıp dünyasının dikkatini çekmeye başlayan
HIV enfeksiyonunun uzun yıllar boyunca Afrika’nın uzak bölgelerinde sınırlı kalmıştır.
Daha sonra virüs bütün dünyaya yayılmıştır.
Enfeksiyonun ortaya çıkışı 1981 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nin
NewYork ve Kaliforniya eyaletlerinde çok nadir görülen iki hastalığın yaygın rapor edilmesiyle başlamıştır.
Önceden genelde yaşlı ve bağışıklık sistemi düşük olan kişilerde nadiren rapor edilen bu hastalıkların bildirimindeki artış dikkat çekici olmuştur.
Ancak bildirimlerin özellikle, erkek erkeğe seks yapanlarda olması nedeni ile hastalığın sadece homoseksüellerde görüldüğü düşünülmüştür.
Daha sonra damar içi ilaç kullanıcılarında da görüldüğü fark edilmiştir.
Bugün Dünya AIDS günü olarak;
Konu ile ilgili Kızılay Haftası, Dünya Sağlık Günü ve Sağlık Kabini yazılarımızı da okumanızı öneririm.
Türkiye ve İlk Vakalar
Türkiye’de ilk vakalar 1985 yılında rapor edilmiştir.
Enfeksiyon bu yıllarda bildirimi zorunlu hastalıklar listesine alınmış ve gizlilik kurallarına uyulmak kaydıyla enfeksiyonun bildirimine başlanmıştır.
Türkiye Halk Sağlığı Kurumu tarafından 1 Aralık 2016’da açıklanan verilere göre
1985 yılında ilk vakanın rapor edilmesinden bugüne 12.281 bulgusuz dönem HIV enfeksiyonu,
1.485 AIDS evresinde HIV enfeksiyonu olmak üzere toplam 13.766 birey HIV ile yaşadığını öğrenmiştir.
Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre ülkemizdeki yeni tanı artış oranı %452 dir.
Ancak dünya üzerinde yeni tanı oranları düşüş gösterirken ülkemizde çok yüksek bir hızla artış göstermektedir.
AIDS-HIV Virüsü Taşıyanlar
Her şeyden önce 1987 yılında kan nakliyle HIV enfeksiyonunun geçişini engellemek amacıyla
kan ve kan ürünlerinin taranması zorunlu hale getirilmiştir.
Ancak bu dönemden itibaren alınan tüm kan bağışlarına ileri tetkiklerle taramalar yapılmaktadır.
Sonuçta bağışçının HIV ile enfekte olduğu tespit edilmesi halinde kan imha edilerek bağışçı sisteme kaydedilmektedir.
Ayrıca kanında HIV saptanan kişinin bağışçı olmasına izin verilmemektedir.
Aynı yöntem organ ve kemik iliği nakillerinde de kullanılmaktadır.
Bu durumda da bireylerin bağışçı olmasına izin verilmemektedir.
Fakat askerlik yükümlülüğü bulunan ve HIV ile yaşayan bireyler, askerliğe elverişli değildir.
HIV ile yaşayan erkeklerin tanıyı aldıkları tarihten sonra devam eden yükümlülükleri varsa askerlik şubesine başvurarak muafiyet işlemlerini tamamlamaları gerekmektedir.
Ayrıca HIV ile yaşayan bireylerin polis olmalarına da müsaade edilmez.
Ancak HIV enfeksiyonu ile yaşayan bireylerin hastalıklarından dolayı evlenmelerine bir engel bulunmamakla birlikte evlilik işlemleri sırasında hekimlerini bilgilendirmeleri gerekmektedir.
Ama HIV ile yaşıyor olmak örgün eğitim almaya engel değildir.
HIV’in sosyal ilişkilerle bulaşmıyor olmasından dolayı okul içinde eğitim, öğretim faaliyetleri sırasında herhangi birine HIV geçişi mümkün değildir.
Ancak askeri lise, üniversite, polis akademileri gibi özel okulların öğrenci alımları sırasında HIV taraması yapılmaktadır.
Sonuçta da HIV ile yaşayan bireyler bu okullara kabul edilmemektedir.
Türkiye’de çalışma hayatını düzenleyen yasaları inceleyen hukukçular yasalarda
HIV’le yaşayan bireylere yönelik ayrımcılık içeren bir düzenlemenin olmadığı sonucuna varmışlardır.
Sağlık Bakanlığı’nın resmi açıklamaları (2008) Türkiye’de
HIV ile yaşayan bireylerin diğer herkesle eşit haklara sahip olduğu yönündedir.
Ayrıca Türkiye UNGASS HIV/AIDS Deklarasyonu’na 2001 yılında imza atmıştır.
Böylece AIDS ile mücadele için insan haklarının geliştirilmesi ve
HIV ile yaşayanlara yönelik damgalama ve ayrımcılığın önlenmesi için çalışmayı taahhüt etmiştir.