Ünlü Psikolog ve yazar Doğan Cüceloğlu düşme sonucu evinde vefat etti.
Ancak 83 yaşındaki Doğan Cüceloğlu’nun kalp rahatsızlığı bulunduğu belirtildi.
Ayrıca yakın zamanda anjiyo yaptırmış.
Onun bu kendi paylaşımını bugünün anısına bu sayfada sizlerle paylaşalım istedik.
Doğan Cüceloğlu ABD de yaşayan iki arkadaşından aldığı yazıyı bizlerle paylaşmış.
Sayfamızın temasına uygun olması sebebi ile sizlerle de paylaşmak istedim.
Doğan Cüceloğlu bir de anısını, bundan çıkarmamız gereken ders ile birlikte bizi düşünceye iten bir anısını da paylaşıyor.
Kendisini https://www.instagram.com/dogancucelogluofficial/ hesabından takip etmenizi ve yazılarını okumanızı öneririm.
Sonuç olarak kitaplarını da mutlaka okuyun ve çocuklarınıza, torunlarınıza okutun.
Bir Kişinin En Üretken Yaşı
Her şeyden önce ABD’de yapılan büyük bir araştırma şunu buldu:
Bir kişinin en üretken yaşı 60 ile 70 arasındadır.
Ayrıca en üretken 2. insan aşaması 70-80 yaşları arasıdır.
En verimli 3. aşama – 50 ve 60 yaş.
Ancak bundan önce, kişi henüz zirveye ulaşmamıştır.
Ayrıca Nobel Ödülü kazananların yaş ortalaması 62’dir.
Dünyanın en büyük 100 şirketinin başkanlarının yaş ortalaması 63.
Ve devam ediyor.
Bu çalışma, NEW ENGLAND JOURNAL OF MEDICINE’da doktor ve psikologlardan oluşan bir ekip tarafından yayınlanmış.
Şöyle bir cümle ile bitiyor: “Bu nedenle 60, 70 veya 80 yaşında iseniz hayatınızın en iyi seviyesindesiniz.’’
Her şeyden önce ‘’Aileniz ve arkadaşlarınızın yaşlarıyla gurur duyabilmeleri için bu bilgileri gönderin.”
Diğer bir Biyolojik Saat i ve Betül Mardin Kimdir?, Tek Kişilik Oyun ve Genco Erkal yazılarımızı da okumanızı öneririz.
Farklı Bakışlar
Kaliforniya’ da Long Beach şehrindeki Eyalet Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak ders verirken, aynı sömestirde benim iki dersimi alan bir kız öğrencim dikkatimi çekmeye başlamıştı.
Bu genç bayanın şu özelliklerinin farkına varmıştım, her şeyden önce çok güzel bir kızdı.
Gözüm gayri ihtiyari ona gidiyordu.
İkinci olarak çok iyi bir öğrenciydi, bütün sınav ve ödevlerde en yüksek notu o alıyordu.
Ayrıca, çok hanımefendi, çok nezih bir kişiliği vardı.
Ancak bölümün bir pikniğinde, kız öğrencimin nişanlısıyla tanıştım ve itiraf edeyim, ilk aklımdan geçen,
Sonuç olarak armut un iyisini ayılar yer düşüncesi oldu.
Her şeyden önce yukarıda özelliklerini saydığım o güzel kızın bana tanıştırdığı erkek yirmi yedi, yirmi sekiz yaşlarında, saçı biraz dökülmüş, şişman denecek kadar toplu, çirkin, kısa boylu biriydi.
Ancak bu kişiye parası için yüz vermiş olabileceğini düşündüm.
Daha sonra öğrendim ki, bu genç adamın parasal gücü yok.
Başka bir üniversitenin psikolojik danışmanlık bölümünde doktora öğrencisi olarak okula devam ediyor ve ileride akademisyen olarak kariyer yapıp profesör olmak istiyor.
Acaba benim güzel öğrencim bu adamda ne bulmuştu?
Doğan Cüceloğlu ile Sally ve Frank’ın Hikayesi
Bir hafta sonra ders çıkışı koridorda öğrencimin yanına yaklaştım ve Sally adıyla anacağım öğrencimle aramızda şöyle bir konuşma geçti;
Her şeyden önce “Sally, nişanlınla nasıl tanıştığınızı merak ediyorum?’’
“Bir kilise faaliyetinde aynı komitede çalıştık.’’
‘’O zaman tanıdım kendisini.’’
” Nesi seni etkiledi. Hangi özelliklerini sevdin? “
Sally, bir Amerikalı olarak bu soruyu hiç beklemiyordu.
Ayrıca Amerikan kültüründe, bu tür sorular kişinin mahremiyetine tecavüz olarak kabul edildiğinden pek sorulmaz.
Amerikan kültürüne göre ben o anda Sally’nin mahremiyetine burnumu sokuyordum.
Şaşkınlığı geçince çok içten, gözlerinin içi gülerek,
“O şahane bir insan, o benim kahramanım! Ben ondan çok şeyler öğrendim” dedi.
O anda ilk hissettiğim şey kıskançlık duygusu oldu.
Güzel bir kadının erkeğine,” Sen benim kahramanımsın” duygusu içinde bakmasının
erkeğe verilmiş en büyük hediye olduğunu hissettim ve anladım.
Bu hediyeyi, hayatım boyunca hiç almadığımı biliyordum ve o kişiyi kıskandım.
” Nasıl yani? ” dedim.
“Frank bir yetimhanede büyümüş.
Yetim olmanın ne demek olduğunu bildiği için, üniversite öğrencisi olunca, yetimhaneden iki çocuğa ağabeylik yapma kararı almış.
Her şeyden önce haftada on saatini onlara ayırıyor.
Ayrıca onlarla buluşup oynuyor, kitap okuyor, onları müzeye götürüyor.
Onların iyi gelişmesi için elinden geleni yapıyor.
Biri ameliyat oldu, hastanede yatıyor ve Frank şimdi akşamları hastanede kalıyor, geceleri ona bakıyor.”
Kendime kızdım.
Yüzüme tokat yemiş gibi oldum.
Utandım.
Sonuç olarak ben güya en yüksek eğitim düzeyine gelmiş biriydim ve karşımdakini hala dış görünüşe göre yargılıyordum.
İçimdeki pislikten utandım.
Bir süre sonra Sally’nin içinde yetiştiği aile ortamını merak etmeye başladım.
Toplum Kültürü
Doğan Cüceloğlu;
Şöyle bir mantık yürüttüm;
O adama baktığım zaman ben neden, Armudun iyisini ayılar yer diye düşündüm?
Çünkü ben, içinde yetiştiğim ortamda sık sık bu benzetmeyi duyarak büyümüştüm.
Ancak içinde yetiştiğim ortam beni nasıl etkilemişse,
Sally’nin içinde yetiştiği ortam da onu öyle etkilemiş olmalıydı.
Birkaç hafta sonra Sally’e, ailesinin nerede oturduğunu sordum.
Los Angeles’in üç yüz elli km. kuzeyindeki bir kasabada oturuyorlarmış.
O’nun ailesiyle tanışmak istediğimi, bunun mümkün olup olamayacağını sordum.
“Kendilerine bir sorayım, eminim sizinle tanışmak isteyeceklerdir” dedi.
İki gün sonra, ” Ailemle konuştum, sizinle tanışmaktan mutlu olacaklarını söylediler” dedi.
Dört-beş hafta sonra San Francisco’ya gidecektim, Sally’nin ailesinin yaşadığı kasaba yolumun üstündeydi, onlara uğrayabilir, onlarla tanıştıktan sonra yoluma devam edebilirdim.
Bu planımı Sally’e söylediğimde Sally, “O gün ben de aileme gidecektim, isterseniz beraber gidebiliriz” dedi.
Ailesine haber verdi.
Onlar da sabah kahvaltısına gelmemizi söylemişler.
Long Beach’ten sabahın altısında yola çıktık ve dokuz buçuk civarında Sally’nin ağabeyi Brian’ın evine vardık.
Sally’nin babası George orada buluşmamızı uygun görmüş.
Çok güler yüzlü bir aileydi.
Brian’ın en ufağı dört yaş civarında dört çocuğu vardı.
Ziyaret ettiğim bu güler yüzlü sıcak ailede, iki olay gerçekten dikkatimi çekti.
Bunlardan ilki, Sally’nin babası George’un torunlarıyla konuşurken onların göz hizalarına inmesiydi.
Bunu o kadar doğal yapıyordu ki, artık farkına varılmadan yapılan bir davranış olduğu belliydi.
Sally’ye babasının torunlarıyla hep böyle mi konuştuğunu sordum.
“Evet” yanıtını alınca, kendisi çocukken de babasının, onunla göz hizasına inerek mi konuştuğunu sordum.
” Evet, biz böyle biliyoruz. Ağabeyim Brian da
Çocukları ile böyle konuşur.
Ben de kendi çocuklarımla böyle konuşacağım.
Biz böyle biliyoruz ” dedi.
Tüylerim diken diken oldu.
Yetiştiğiniz Ortam Önemlidir
Ben üniversite öğretim üyesiydim ve insan psikolojisi benim uzmanlık alanımdı ama üç çocuğumdan hiçbiriyle göz hizasına inerek konuştuğumu hatırlamıyordum.
Kendime kızdım, sonra kendime kızmaktan da vazgeçtim, beni yetiştirenlere kızdım.
Sonra onlara kızmaktan da vazgeçtim ve bütün nesilleri yetiştiren kültür ortamına kızdım.
Daha sonra kimseye kızamayacağımı anlayarak, oradaki öğrenme fırsatından yararlanmaya karar verdim.
Ancak torunlarının önünde diz çökerek konuşan dede George’a “Beyefendi, çocukların göz hizasına
inerek konuşuyorsunuz” dedim.
Bana biraz şaşkınlıkla gülümseyerek, “Tabii, onlar küçük insanlar.” yanıtını verdi.
Öyle bir bakışı vardı ki, bu bakış sanki ” O kadar doğal bir şey ki, herhalde bunu herkes yapıyordur, sen yapmıyor musun?” diyordu.
O bakışa karşı bütün yaptığım, mahcup bir gülümseme oldu.
Bu güler yüzlü sıcak ailede dikkatimi çeken ikinci olay, Sally’nin ağabeyi Brian’ın davranışı oldu.
Brian, Pasifik ülkeleriyle ticaret yapan, oldukça varlıklı biriydi.
Evlerinin büyüklüğünden, yüzme havuzundan, çiftliklerinden, arabalarının türünden ailenin zenginliği belli oluyordu.
Kahvaltıdan sonra, saat on bir dolaylarında telefon çaldı ve Brian bir süre telefonla konuştu.
Ofisten arıyorlarmış, Koreli bir işadamı Los Anegeles’ta imiş, kendisiyle görüşmek için helikopterle saat 14’te gelmek istiyormuş.
Başka bir randevusu olduğunu söyleyerek bu teklifi reddetmiş olan Brian, bize durumu şöyle açıkladı;
“Dört çocuğum var ve her hafta biriyle dört saat baş başa geçiririm.
Bugün dört yaşındaki kızım Mary’le randevum var.
Çocuklar çok çabuk büyüyorlar, eğer dikkat etmezsen, bir bakıyorsun, büyümüşler ve onlarla beraber zaman geçirme olanağı kaybolmuş.”
Brian’ın yaşam vizyonunu sormadım, ama davranışından nelere öncelik verdiği belli oluyordu.
Brian için çocukları şüphesiz en az işi kadar önemliydi.
Brian’ın yaşamında bununla ilgili bir pişmanlık duygusu, bir “keşke” olmayacak.
Sally’e sordum ; “Baban seninle randevulaşır mıydı?” “Evet” dedi.
“yalnız benimle değil, her çocuğuyla sırasıyla baş başa zaman geçirirdi.
Ve ilave etti, “Biz böyle gördük, böyle biliyoruz.
Benim çocuğumun da babası böyle yapacak.”
Gülümseyerek,
“Nereden biliyorsun?” diye sordum.
“Biz Frank ile konuştuk'” diye cevap verdi.
Sonuç olarak yine içim cız etti.
Çocuğunuzu Bir Birey Olarak Kabul Edin
Daha doğmadan çocuğun gelişme ortamıyla ilgili bir bilinç oluşmuştu.
Kendi çocuklarıma içim yandı.
Evlenmeden önceki bilincimi, kafamın karmaşıklığını, evlendiğim kıza ettiğim eziyetleri ve ondan da acısı, kendi yavrularıma çektirdiğim acıları düşündüm.
Biraz daha düşününce kendimin de acı çektiğini anladım ve bu sefer kendi çocukluğuma içim yandı.
Daha sonra babamın, anamın çocukluğuna içim yandı.
Son durak olarak ülkemin tüm çocuklarına içim yandı.
Yine kimseye kızamayacağımı anlayınca, “bundan sonra ne yapabilirimle” ilgili düşünmeye karar verdim.
İşte değerli okurum, yazdığım kitaplar, verdiğim seminerler, hazırladığım televizyon programları, “Ne yapabilirim?” sorusuna verdiğim yanıtların öğeleridir.
Sally’nin içinde yetiştiği ortamı görmüş ve anlamış biri olarak onun davranışlarına şimdi daha iyi anlam verebiliyorum.
Sally, içinde yetiştiği ailede, var oluşun beş boyutunu da doya doya yaşayabilmişti.
Çocuğun hizasına inerek onunla göz göze konuştuğunuz zaman çocuk, “Sen varsın, sen doğalsın, sen değerlisin, sen güçlüsün ve sen sevilmeye layıksın” mesajı alır ve çocuğun can’ı beslenir.
Çocuğuyla randevusuna sadık kalan baba, “Seninle zaman geçirmek istiyorum, seni özledim” mesajını güçlü olarak verir.
Çocuk bu mesajı zihinsel olarak değil, sezgisel olarak alır ve aldığı bu sezgisel mesajlar sayesinde çocuğun hamuru, “Ben sevilmeye layık biriyim” diye yoğrulur.
Bir ana babanın çocuklarına verebileceği en büyük miras, var oluşun beş boyutunda beslenmiş ve buna inanmış güçlü bir can’dır.
Kaynak: http://www.dogancuceloglu.net