Eğiten ve öğreten bir yaşam yaşamak çok anlamlıdır.
Her şeyden önce Doğan Cüceloğlu’nun hayatı toplumu bilinçlendirmek ve eğitmek üzerineydi.
Ayrıca çok kitap yazdı. https://www.kitapyurdu.com/
Mesela okullarda konuşmacı oldu.
Mesela çocuğu, aileyi, ilişkilerini ve insanların çalışma hayatı ile stresini azaltma yöntemlerini anlattı.
Sonuç olarak olumlu düşünmeyi, anı yaşayarak geçmişimize takılmamayı bize anlattı.
Yaptıklarınızdan ders çıkartın ama pişman olmayacağınız davranışlar sergileyin.
Eğiten ve Öğreten bir Yaşam içinde bize bıraktığı sözleri
Her şeyden önce yalan insanın ruhunu öldürür.
Ayrılıktır aslında ölümü acı kılan.
Ön yargı; arı soktu diye bal yememektir.
Her şeyden önce insanın gerçek gücü sevgisinde açığa çıkar.
İki insan birbirinin farkına varınca iletişim başlar.
Mutlu olmak istiyorsan, mutlu etmesini bilmelisin.
Mükemmel değil, iyi insan yetiştirmeyi hedefleyin.
Kendisi olmaktan korkmayan insan güler yüzlüdür.
İnsanın kaçamayacağı en büyük otorite kendi vicdanıdır.
Ruhu öldürmek, bedeni öldürmekten daha büyük bir cinayettir.
Dil ne kadar yetersiz kalıyor insanın düşündüklerini anlatmada.
Her çocuğun kalbinde kendinden daha büyük bir çocuk vardır.
Aklını gönlünün değerleriyle yöneten insan yaşamının efendisidir.
Mutluluk aramakla bulunacak bir şey değildir, onu inşa etmek gerekir.
Kendi özüyle ilişkisi olmayanın gerçek anlamda kimseyle ilişkisi olamaz.
Sanırım çocuğun aklını hiçe saymak ona yapılabilecek en büyük zulüm.
Etrafında kimseyi bulamamak zor, içinde kimseyi bulamamak ise daha zor.
Çocukluğunu doya doya yaşayamamış bir insanın mutlu olması çok zordur.
Düğün bir maddi güç gösterisi olmamalı. Evlenme olgunluğuna gelmemiş olanlar düğünü çok önemser.
Bence siz, hangi soruları soracağınızı bilmeden, soramadığınız soruların cevaplarını arıyorsunuz.
Hayır demesini bilmeyen kişi güçsüz kişidir.
Hayır demesini bilmeyen kişinin evet inin de anlamı yoktur.
Sonuç olarak hiç hata yapmayan insan, hiçbir şey yapmayan insandır.
Ancak hayatta en büyük hata, kendini hatasız sanmaktır.
Bir Yaşamdan Söyleşi
Her şeyden önce Akatlar’da yürüyordum;
Kadın beni tanıdı ve selamlaştıktan sonra, sorusunu sordu:
“Oğlum dersleri tamamen bıraktı;
ne söylesem hiç fayda etmiyor.
Ya arkadaşlarıyla buluşuyor,
ya telefonda mesajlaşıyor ya da bilgisayarın başında oyun oynuyor.
Ne yapacağımı şaşırdım, Hocam ne yapalım?”
“Sohbet ediyor musunuz?”
“Valla, konuşuyorum, ama hiçbir faydası yok.”
“Kaç yaşında?”
“On yedi yaşında.”
“Mesela ne diyorsunuz?”
“Sınavların yaklaştığını söylüyorum;
derslerine çalışması gerektiğini söylüyorum;
böyle giderse sınıfta kalacağını,
arkadaşlarından geri kalacağını,
ilerde çok pişman olacağını,
ama o zamanda duyulan pişmanlığın işe yaramayacağını anlatıyorum.”
“Siz konuşup, nasihat ediyorsunuz.”
“Evet.”
“Ama, onunla sohbet etmiyorsunuz.”
“Valla bilmem;
biz bildiğimiz kadarıyla elimizden gelenin en iyisini yapıyoruz,
konuşuyoruz, anlatıyoruz.”
Ne Kadar Doğru Biliyoruz?
Her şeyden önce “Doğru, bildiğiniz kadarıyla elinizden gelenin en iyisini yapıyorsunuz.
Ama konuşmak, nasihat etmek, sohbet etmek değildir.
Ancak siz sohbet etmesini bilmiyorsunuz.”
Kadın haklı olarak “neden bahsediyorsunuz,” diyen bir yüz ifadesiyle bana baktı.
Sonuç olarak içim burkuldu.
Anne acı çekiyordu ve çocuğuna yardım etmek istiyordu.
Ama kendini çaresiz hissediyordu.
Her şeyden önce öğrencileri ve ana babaları birlikte çağırdım.
Sonra danışmalığını yaptığım okulun küçük tiyatro salonunda buluştuk,
öğrencilerle birlikte ana babalar da oturdu.
Ufacık sahneye çıktım, bir sandalye attım oturdum,
yanı başıma bir boş sandalye koydum.
“Buradaki öğrencilerden kim benimle sohbet etmek istiyor?” diye sordum.
Kalkan ellerden birini gelişigüzel seçtim. S
elim adıyla anacağım bir öğrenci yanımdaki sandalyeye geldi oturdu.
Öğrenci ile Sohbet
“Adın ne?”
“Selim.”
“Kaç yaşındasın?”
“On iki.”
“Bugün ayın kaçı?”
“24 Aralık 2008.” (Gerçek tarihtir; bu uygulamayı o gün yaptım.)
“Selim, gözünü kapa, beni iyi dinle.
Sonuç olarak gözünü açtığın zaman aradan yirmi yıl geçmiş olacak.
24 Aralık 2028 tarihinde gözünü açmış olacaksın.
Tamam mı?”
Anladığını belirtmek için başını salladı.
“Lütfen gözünü aç.”
Selim, gözünü açtı.
Her şeyden önce “Bugünün tarihini söyler misin?”
“24 Aralık 2028.”
“Kaç yaşındasın?”
“Otuz iki.”
“Ne iş yapıyorsun?”
“İç mimarlık.”
Göz ucuyla anneye babaya bakıyorum.
Yüzlerinde hayret belirten hafif bir tebessümü var.
Belli ki, onlar da Selim’in söylediklerini benimle birlikte ilk defa duyuyorlar.
“Nerede çalışıyorsun?”
“New York, Manhattan’da.”
Anne, babanın yüzünde saklayamadıkları büyük bir şaşkınlık ifadesi.
“Evli misin?”
“Hayır.”
“Arkadaşlarından evlenenler oldu mu?”
“Kızların hepsi evlendi.”
Gülüşmeler.
“Çalıştığın yere beni götürür müsün?”
“Ofisim, Manhattan’da 86 katlı bir binanın 42. Katında.”
Gülüşmeler devam ederken hayalen o binaya yürüdük,
asansöre bindik,
42. Katta indik.
“Burası ‘home office,’” dedi.
İçeri girdikten sonra açıkladı.
“Dubleks daire:
aşağıda salon ve mutfak var.
Yukarda yatak odası ve ofis odam.”
“Selim, salonda neler var?”
“Salonda masa var, koltuklar var, sandalyeler var.
Komodin var, sehpalar var.”
“Duvarlarda ne var?”
“Resimler var, fotoğraflar.
Ailemin fotoğrafı da var.”
“Ailenin fotoğrafına bakınca neler görüyorsun?
Beraber bakabilir miyiz?”
“Annem var, babam var.
Ailece çektirdiğimiz bir fotoğraf.
Abim var,
ablam var,
ben varım.”
“En küçük sen misin?”
“Evet.”
“Selim, bu fotoğrafa baktığında, içinde ‘keşke!” duygusu beliriyor mu?
İçindeki herhangi bir ‘keşke’nin sesini duyuyor musun?”
Hiç beklemeden “Evet,” dedi.
“Haydi, anlat bize,” dedim.
“Ben, babamla birlikte futbol maçına gitmeyi çok istedim.
Bir de hafta sonları onunla top oynamak, kırlara gitmek istedim.
Güreşmek istedim.
Ama babam çok yoğundu.
Çalışmak zorundaydı, olmadı, zaman bulamadı.
Ne yapalım, böyle oldu.”
Baba’ya baktım; gözlerinin yaşını tutmaya çalışıyor, ağlamamak için dudaklarını ısırıyordu.
Selim’e teşekkür ettim.
Sonuç olarak ve sordum
“Selim, bu konuşmamızda, sana büyüklük tasladığımı, sana nasihat etmeye çalıştığımı hissettin mi?”
“Hayır!”
“Olanla ilgili olarak mı konuştuk, olması gereken üzerine mi?”
“Olanla ilgili olarak konuştuk.”
“Selim, seninle yeniden böyle sohbet etmek istesem,
benimle konuşmak ister misin?
Konuşmamızdan zevk aldın mı?”
Sonuç olarak “Yeniden konuşmak isterim;
ayrıca sohbetimizden zevk aldım.”
Sohbet ile Nasihat etmenin Farkı
Her şeyden önce sohbet özel türden bir konuşma,
kendine özgü özellikleri olan bir söyleşidir.
Ayrıca sohbet içinde olan iki insan o an için güç,
onur ve değer yönünden eşittir.
Ayrıca olanı paylaşırlar; olması gereken üzerinde konuşmazlar.
Mesela korku kültürünün olduğu yerde sohbete izin verilmez.
Sonuç olarak Türkiye’nin aydınlık geleceğinde ana babaların çocuklarıyla sohbet içinde olmasını diliyorum.
Eğiten ve öğreten diğer bir yazısı olan Doğan Cüceloğlu Anısı yazımızı da okumanızı öneririz.